06 Ocak 2023

Vazgeçmek


Vazgeçmek...
Ne tuhaf bir tınısı var bu kelimenin.
Bir yandan bahar gibi hissettirirken,
Öte yandan anadan üryan ayazda kalmak gibi...

Kafanda durmadan döner durur,
Sahneler, cümleler, kelimeler, bakışlar...
Ve teni tenine değen kokusu.
Ardın sıra yalanlar.
Yine sahneler, cümleler, kelimeler, bakışlar...
Ve uzaklaşan ayak sesleri...

Kocamış bir bakkal,
Hayatı boyunca yapmamıştır.
Senin o an kafanda yaptığın hesap kitabı.
Gitmek mi, kalmak mı?
Geçmiş mi, gelecek mi?

Sonra kendini o eşikte bulursun.
Ötesi yeni bir başlangıç(!)
Berisi debelenip durduğun hayatın.
Sen mi, sensizlik mi?

Biriktirdiğin anıların vicdanına kalp,
Biriktirmeyi hayal ettiklerineyse mantık derler.
İkisi amansız bir savaşa girer o eşikte.
Kazanansa, iki türlü de kaybeder.

...

O eşikte sıkışıp kaldım uzun bir süre.
Zamanı envai çeşit bardakla kafaya diktim.
Anılar, hayaller, bulanıklık ve öteberi...
Eşiğin duvarları mengene oldu bana.

Rüyalar ve hayaller birbirine karıştı.
İnsan sesleri birbirine benzedi.
Suretleri her şeyi andırır oldu,
Benimkiyse bana bile yabancı gibi bakıyordu.

O savaş, uyanmak istediğim bir kabus muydu,
Yoksa sıkışıp kaldığım bir araf mıydı?
Artık umursamıyorum, kimim kaybedeceğini.
Cennet mi, cehennem mi?

Noktayı koymuş eskilerden bir külhanbeyi.
"İyi haber, cehennem insanın hayal gücünün ürünüdür.
Kötü haberse, insanlar hayal xettiklerini yaratabilirler de."
Ben hayal ettim.
Ve ikisini de yaşıyorum...

Serkeşche
06.01.2023/08:32

20 Mart 2018

EY ÖZGÜRLÜK



Ey özgürlük,
Sen nelere kadirsin.
Kimileri uğrunda savaşır
Kimileri de sevişir...

Kimileri kan-ter döker,
Kimileriyse yalnızca ter.
Kimileri kurşunla ölür,
Kimileriyse sözlerle...

Ey Özgürlük...
Kimine makam-mevkisin,
Kimine para balyası.
Kimine dibe vurmuşluksun,
Kimineyse her şeyden vazgeçmişliksin...

Kimine yalnızca amaçsın,
Kimine, yalnızca zevk yolunda araçsın.
Kimi sensizlikten ölürken,
Kimileriyse hiçsizlikten...

Kimine ucu bucağı olmayan bir yolsun,
Kimine her yolu huzura çıkan bir dönemeçsin.
Kimi her şeyi senin için feda eder,
Kimi de,  sen doğmayasın diye her şeyi göze alır.

Kimi, hangi kim olduğunun derdine düşer,
Kimi de,  hangi kim olmadığının.
Kimi ölünceye dek farkına varmaz,
Kimi de,  henüz doğarken farkındadır.

SerkeşChe
20.03.2018/00.15


17 Mart 2018

Tanrı Olsaydım...



Öylesine bekliyorum işte,
Amaç veya huzur olmaksızın...
En anlamsız şeylerde, en sıradan şeylerde,
Hayat ağacındaki kuşları arıyor gözlerim,

Durmaksızın...

Durmaksızın yanıyor zihnimdeki ateş,
Huzuru bulamayacak gibi, küstah beynim...
Düşledim de, tanrı olmak vardı şimdi...
Her şeye gücü yeten biriymişim...

Bak hissetmeye başlıyorum işte,
Varoluş savaşı veren beynimde 
Tanrı olmanın verdiği huzuru
Bir anlığına da olsa hissettim iliklerimde..

Yaşadım üç beş gün, Tanrı olarak.  
Balon gibi şiştim, dank etti sonradan... 
Tanrı olmayı neden ister ki insan. 
Geberiyordur anlamı olmayan varlığından...

Dengin yok, her şey senden ötürü var
Sen yoksun diye, oluyor yerle yeksan... 
Olsan da tüm acizliklerden noksan, 
Kendini yok ederdin sırf merakından...

Gırtlağa kadar hiçliğe batmışım. 
Serkeşlikten ne bıkar ne de usanırım. 
Tanrısı olsaydım da kainatın, 
Üç gün sürerdi tanrılığım... 


09.03. 2018

15 Şubat 2017

Kısa Öykülerim



Ütopya - 1: Irkımız yok olmuş, Dünya gezegeni yemyeşil ormanları, masmavi gökyüzü ve nehirleriyle, insanın(!) hayal ürünü cenneti gibi olmuş.

Distopya - 1: Şirket başkanı basın açıklamasında "Biz ölürsek, Dünya'daki tüm canlıları yok edecek silahım devreye girecek" dedi.
16.10.2016

Ütopya - 2: İnsanlar ve hayvanların temsilcileri Marslılara su ihtiyacı konusunda yardım etmede karar birliğine vardı.

Distopya - 2: Tam o sırada erkeklerin lideri, kadınların ülkesine ajan olarak göndereceği klon kadınların, hazır olup olmadığını düşünüyordu.
18.10.2016

Ütopya - 3: IQ'sü 120 altında olan hiç kimse milletvekili, 131 altında olan hiç kimse de devlet başkanı olamayacaktı artık.
M.S.2358/Dünya'da bir yer! 

Distopya - 3: "Tanrı her yerde, bizi izliyor ve biz bir sınavdayız" diyemeyen(!) hiç kimse kalmamıştı artık..! M.S.?
19.10.2016

Ütopya – 4: “Empati kurma oranı”, “dedikodu yapma” oranını açık arayla geçiyordu.

Distopya – 4: 7 yıllık eğitim sonunda, devletin belirlediği sınavı geçemeyen kişiler, Lanet Sürgünler’e doğru yola çıktı yine.
21.10.2016

Ütopya-5: Ağaçlar aracılığıyla internet ağı yayılımı mümkün kılındı, 20 yıl içerisinde her yer yemyeşil oldu.

Distopya-5: DÜNYA..!
22.10.2016

Ütopya-6: Her kesimden halka, eşit yaklaşımı sağlamak amacıyla, herhangi bir dine sahip kişiler de ülke yönetiminde aday olamaz artık.

Distopya-6: Ülkelerin devlet başkanlarınca alınan ortak kararla, artan dünya nüfusunu dengelemek amacıyla sahte savaşlar düzenlenecekti..
26.10.2016

Ütopya-7: Tüm ölümcül hastalara, onlardan habersiz simülasyonla cennetvari bir dünya yaratılıyor ve ölene kadar huzurlu olması sağlanıyordu.

Distopya-7: Javen ırkının lideri “Dünya 2046 adlı simülasyon programında hedeflenen sona ulaştık, birazdan program kapatılacak” dedi.
27.10.2016

Ütopya-8: Herhangi bir dönemde var edilen film-roman karakterlerinin yaşadığı dünya keşfedilmiş, kontrollü ziyaretler ücretsiz yapılıyordu..!

Distopya-8: Zowria’nın midesine giden yolda, minnacık bir yerde, kendine ‘İnsan’ diyen varlıklardan biri “Dünya Lideri’ olacağım diyordu.
31.10.2016

Ütopya-9: Bu geceki müşterilerinin de anılarını, beyinlerinden harici belleklere aktardı ve zihinsel huzurları için hafızalarından sildi.

Distopya-9: Psikologlar basit birer anı silme-ekleme makinesi olmuş, insanlarsa robot misali “onu sil, şunu ekle” diyordu kataloğa bakarak.
03.11.2016

Ütopya-10: Habercilik ve Reklamcılık kavramlarının birbirinden ayrı tutulduğu, yalan haberin cezasının haftanın cirosu olduğu zamanlardı.

Distopya-10: Bütün insanlık suçları ispatlanan 70 yaşındaki Eski Başkan, "Devletin Bekası için yaptım" dedi. Beraat edildi ve yeniden seçildi!
05.11.2016

Ütopya-11: Çocuklar için inşa edilen Beta Dünya'da, milyonlarca çocuk büyüklerin çirkef savaşlarından uzakta, sadece yaşıyordu..

Distopya-11: "Bir Zamanlar Dünya" belgeselinden çıkan genç, "iyi ki böyle değilmiş tarihimiz, ama filmin(!) kurgusunu sevdim" dedi yanındakine.
06.11.2016

Ütopya-12: Binlerce yıl sonra, galaksinin sınırlarını aşan insanları, Javenler merakla izliyordu, özellikle deney küresinden çıkıp çıkamayacaklarını.

Distopya-12: Sırf iyi yaşamak için çalışıyorlardı, çalışarak ölenlerin hepsi. Hepsi isimsizdi, tarih bile not etmeye gerek duymamıştı onları.
08.11.2016

Ütopya-13: Meydanda recmedilirken “beş bin yıl sonrası insanlar, bunlara inanamıyor” diye aklında geçirip sevindi, zaman gezgini Hypatia.

Distopya-13: Evrenlerdeki yansımalarını bir araya getirmiş, süper ordusunu kurmuştu. Geriye kıyamet saatini başlatıp olacakları izlemek kalmıştı.
10.11.2016

Ütopya-14: 4 saatlik uyku sürelerinde gözler kapalı, kitap okutularak hayal gücünün geliştirildiği Sanat Çağı’nda, boş zaman kavramı yoktu.

Distopya-14: 1800 yıldır yiyip-içip-kitap okuyan Sehjar, “Ölümsüzlükten yorulacağım hiç aklıma gelmezdi” dedi içinden ve kitabına devam etti!
13.11.2016

Ütopya-15: "Sizler bir sınavdaydınız, test bitti, üst katmana geçeceksiniz. Son 3 gününüzün tadını çıkarın, çünkü bilinçleriniz sıfırlanacak!"

Distopya-15: Cennetlik-Cehennemlikleri yargılayıp ayıran Tanrı'ya bakarken korktu Programcı. "Bu sonsuz ve kısır bir döngü olmalı" diye düşündü.
14.11.2016

Ütopya-16: Ortadoğu'da başlayan END virüsü, bir ayda tüm Dünya'ya yayıldı. 34. günde Dünya'da düşünme yetisine sahip hiçbir insan kalmamıştı.

Distopya-16: Zawron Yargıcı: “Dünya gezegenin sahibi Ashuj’un, başka bir tanrıyı kasten yaralamaktan, 73 milenyum süresince güçsüzleştirilmesine …”
15.11.2016

Ütopya-17: Ağaç dikip büyüten ve koruyan herkese yüklü miktarda maaş verme kanunu aylar süren tartışmalardan sonra ancak kabul edildi. M.S.?

Distopya-17: ARKS bilim insanları, gezegenin ömrünü uzatmanın başka yolu kalmayınca, 3 milyon çocuğu ayırıp geri kalan insanları öldürdüler.
16.11.2016

Ütopya-18: Gezegenin ömrünü uzatmak için geliştirilen ilaç, atmosferden Dünya'ya salındı. İnsanların nüfus artışı, bir yıl içinde %1800 düştü.

Distopya-18: 7 milyarlık ülkede, yetersiz kaynaklardan ötürü, her gün hasta, yaşlı ve engelliler yasalar gereği imha ediliyordu.
17.11.2016

...


Devamı Gelecek!


29 Aralık 2015

Batıya Kızmayın!



   
Batı derken ananelerimizin batılılaşmak adı altında kültürlerinden, kimliklerinden vazgeçip onların defolusu oldukları coğrafyadan bahsetmiyorum tabii ki. Zaten onlara kızmak için fazlasıyla sebebimiz var da, şimdi konumuz bu değil. Bildiğiniz gibi bu ülkenin batısı ve doğusu diye iki tabir var artık. Siyasetçisinden gazetecesine, öğrencisinden memuruna kadar herkesin dilinde. Ama korkutucu olan bunun düşünsel bir gerçeklik de olması. Çünkü bir kere zihinlerde ülkeyi bölmüşler. Sadece Kürtler(!) değil zihinlerde ülkeyi bölmüş olan. ''Bu vatanı böldürtmeyiz'' diye her gün meydanlarda; pardon, yani TV ve sosyal medya platformlarında çemkirenler de bölmüş.

Birincisi batı ve doğu muhabbeti yapmadan önce realitelere bakmak da fayda var.
- Zulüm ve katliamların olduğu o bölgede de insanlar tıpkı batıdaki(!) insanlar gibi farklı farklı zihniyetlerde. Hepsi aynı veya benzer fikirde değil.
- Zulüm ve katliamların olduğu o bölgeyi başta sosyal medya olmak üzere, TV ve gazetelerden elde ettikleri bilgilerle biliyorlar. Bu da 'bildiklerini nereden öğrendiği' gibi hayati önem taşıyan bir konudur.
- Son yıllarda çok popüler olan iki deyişimiz var.
 Birincisi, ''Gezi'de Kürtler neredeydi?''
İkincisi, '' Batı, Doğu'da olanlara sessiz kalıyor!''



Şimdi gerçekçi ve objektif bir yaklaşımla teker teker ele alalım bunları.
1- O bölgede sadece Kürtler yaşamıyor ve sadece Kürtler de değil acı çekip katledilip, mağdur kalanlar. Orada hükümetin taraftarı da, diğer muhalif parti üye ve sempatizanları da, ister istemez o ablukadan etkileniyor. Bunun yanı sıra Kürtler dediğimiz o büyük kitlenin içinde de oradaki operasyonları haklı ve meşru bulanlar olduğu gibi, haksız ve hukuksuzca bulanlar ve sonuna kadar direneceğini tekrar edenler var. Ablukaya gelince, orada devlet güçlerinin operasyonu falan yok, bildiğin silahlanmış küçük gruplara karşı tank, top, helikopter, zırhlı araç ve izleme araçlarıyla devlet işgallerini aratmayan bir realite var. ''Devlet bunu yapmayacaktı da ne yapacaktı, teröristleri öldürmeyip beslesin mi?'' tepkisel sorusu meşhurdur burada. Yüce Devletin(!) varoluş amacı halkı koruma ve huzurunu sağlamaysa eğer, ilk önceliği terörist dediklerini avlamak değil, halka zarar gelmeyecek yöntemlere başvurmak. 35 günlük bebekten tutun 67 yaşındaki amcalara, 5 çocuk annesi kadınlardan tutun, yaşları 3 ile 15 arasında değişen 52 çocuğa kadar... Buna terörist operasyonu denmez. Ama buna rağmen o bölgede bile bunları meşru ve haklı bulan insanlar var.


2- Şimdi asıl konulardan biri, bunları nereden bildiğimiz konusu. Fotomontaj, ajitasyon stratejileri, yandaş habercilik gibi gerçeklikler varken doğru bilgiye ulaşma güçlüğü de su götürmez gerçek oluyor.
Mesela ben orada olanlara neden katliam, zulüm diyorum? Çünkü muhalif haber siteleri ve gazetecileri takip ediyorum. Bir de yerel haber kaynaklarını takip ediyorum. Ama bu kadarla yetinmiyorum, A haber'den tutun, Yeni Şafak, Takvim, Sabah, Akit ve Anadolu Ajansı'na kadar, hükümeti aklama ve paklama görevi edinmiş haber kaynaklarını da takip ediyorum. Biri polis cenazesini haber yapıp taraftar toplayıp kutuplaştırmayı körüklerken, diğeri çürümesin diye buzdolabında saklanan sivil cenazesini haber yapıp kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Biri Erdoğan'ın muhtarlar toplantısındaki ego tatminlerini gösterirken, diğeri bölgeye girmeye çalışan, dokunulmazlıkları olan vekillere yapılan saldırıları haber yapıyor. Bu konuda milletçe en büyük sorunumuz, olaylara kendi penceremizden bakmamız.Kandırılmak isteyen insan, tek kaynaktan beslenmeyi kabul eder; gerçekten bilmek ve öğrenmek isteyense araştırır, inceler ve kendisi karar verir.


3- 'Gezi'de Kürtler neredeydi' sorusuna maruz kalmayan Kürt kalmamıştır herhalde. Aslında bugün bu soruyu soranlar, o gün Tarlabaşı'nda, Zeytinburnu'da, Okmeydanı'nda, Kızılay'da, Ofis'te, Şarampol'de omuz omuza direndiği Kürdü görememiştir. Hem o zaman herkes maskeliydi canım ve gazdan göz gözü görmüyordu, yoksa normalde Kürtlerin daha konuşmadan da tanınan bir siması vardır. (Bkz. HDP binaları ve Kürt işçilere sokaklarda yapılan saldırılar.)
'Batı, Doğu'da olanlara sessiz kalıyor' demeyin, batı sessiz kalmıyor çünkü. İstisnasız her gün birkaç üniversitede, ''Doğuya destek, Doğuya ses ver, Kürtler katlediliyor…'' eylemleri yapılıyor. Şehir meydanlarında yürüyüşler ve basın açıklamaları yapılıyor. Ama dakikalar içinde kitlenin kat be kat fazlası polis müdahale ediyor. 'Bu mu destek?' serzenişini duyar gibi oldum, ama elden gelen başka bir şey yok. Realiteler üzerine konuşacağız dedik. Şu bir gerçektir ki, Orada 35 günlük bebeği katleden polisle buradaki polis arasında fazla bir fark yok. Sadece buralar daha fazla göz önünde olduğu için gerçek mermi sıkamıyorlar. Ama oradan bir fazlası var ki, üniversiteler ve meydanlardaki faşist ve kışkırtılmaya hazır güruhlar. 'Vatanı bölüyorlar, PKK'lı bunlar, Ermeni dölü Komünist bunlar..' dendiği anda, bütün algıları kapanıp saldırıya hazır hale gelen cahil, faşist güruhlarımız var bizim de. Hadi diyelim atladık arabalara, oraya gelelim dedik. Sizi katledenler, vekilleri tartaklayanlar bizi güllerle mi karşılayacak. Bir gerçeklik daha var ki, çok acı ama yine de gerçek. O bölgenin halkı zulmün, kanın, gözyaşlarının, tank ve topların gölgesinde doğup büyüyor. Bu da o insanların, daha rahat bir ortamda doğup büyüyen, zamanla yanlışa başkaldırmayı ve hakkını aramayı öğrenen insanlardan ister istemez daha kavgacı ve dirençli oluyor. Bir de yukarda söylediğim tek haber kaynağından beslenme mevzusu var ki, o da apayrı bir sorun zaten. Kitlelerin çok büyük bir oranı orada PKK operasyonu var ve sadece PKK militanları öldürülüyor sanıyor. Velhasıl kelam; siz güneşi bizden önce görenler, Batıya kızmayın!


Dünya tarihi tarafsız yazılacak olsaydı eğer, muhtemelen reklam arasına giren güzellikler hariç korku filmini andıran bir senaryoya benzerdi. İnsan ırkı bencil ve zihinsel evrimi henüz çok az gelişmiş. Farkına varılması gereken o kadar çok şey varken, üzerinde konuşulmaması gereken ne kadar şey varsa, hepsini hayat felsefesi haline getirmiş haldeyiz. Yazık bize, bizden sonraki nesillere bırakacağımız mirasa.. Tabii, yaşanacak bir yer, gurur duyacağımı bir miras bırakabilirsek ..!



22 Haziran 2015

Kadınca Sevmek




Sana diyorum adam!
Evet evet, sana!
Biliyorum, suratına suratına haykırsam da, 
Kafana vura vura,
Bağırsam da kulağının dibinde,
Yine bildiğini okuyacaksın.
Ama benden söylemesi,
Bildiğin gibi değil o sevda işi..!


Bir türküdür tutturmuş gidiyorsun, 
"Adam gibi sevmek" demişsin adına.
Bu masalla büyütmüşsün,
Nice aşık nesilleri.
Bir de yaradılış destanıymış gibi,
Methiyeler, şiirler dizmişsin.
Üstüne üstlük, utanmadan
Kapamışsın kulaklarını, ötesine berisine..!


Sen adam!
Kabul etmek zorundasın.
"Kadın gibi sevmek"
Her adamın harcı değil..!

Düşünsene, "kadınca sevmeyi"
İlk çocuğuna hamile kalan kadını,
İlk çocuğunu kucağına alan,
Onu tok yatırıp,
Kendi aç kalabilen kadını,
Tanrıya el açıp,
"Kalan ömrümü evladıma ver" diyen kadını...
Buna sevmek demeyeceksin de,
Ne diyeceksin be adam..!


Biliyorum!
Gururun çelikten duvarlar örüyor,
"Kadın gibi sevmek" düşüncesiyle arana.
"Kadınca sevmek" demek ağır geliyor,
Senin gibi ağır abilere... 
Gururun, kuyruğuna basılmış yılan
Oluveriyor oracıkta.
Oysa adam gibi sevmek,
'Bir küfürdü' kadınca sevmenin yanında..!


Biliyorum!
Yine oralı olmayacaksın.
Ama, umut güzel şey be adam..!


Geçen gün gastede okudum,
Umut duygusu daha güçlüymüş korkudan...
Ve biliyor musun adam?
Benim umudum var.
Bir gün duyacağım,
"Kadın gibi seviyorum"
Diyen adamları ..!


16 Ocak 2015

Zavallı Biz ...




O kadar yorgunum ki,
Nefes almak bile ağır geliyor artık. 
Cesedimi taşıyamıyorum.

Aynadaki silüetim bana acırcasına,
Dalga geçercesine sırıtıyor gibi hissediyorum.
İnsanların konuşmaları, gülüşmeleri, kahkahaları,
Hatta selam vermeleri bile,
Kalbimin teklemesi için bahane oluyor.



Hem uyuyup bir daha uyanmamak istiyorum,
Hem de gözümü kapatmamla
Beynimdeki sesler, suratlar zonklarcasına hortluyor.
Sızıp kaldığımda bile,
Kâbuslarımda devam ediyorlar, reklamsız.
Sabahsa faili meçhul olup, çekip gidiyorlar.


Ne yaparsam yapayım,
Nasıl davranırsam davranayım;
Hiçbir şeyi değiştiremeyişimin bitkinliği,
Üstüme çığ gibi yığılıyor, altında nefessiz kalıyorum.
Beynimse pimi çekilmiş bir bomba oluveriyor.
Bir labirentin içindeymişim de, 
Yerimde debelenip durduğum hissine kapılıyorum.


Günler geçtikçe onlara da alışıyorum. 
Üstüne, arkadaş oluyoruz 
Huzurumu kaçıran o sebeb-i intiharlık düşüncelerle.
Sonra sanki o ben değilmişim gibi,
Yerli yersiz kahkahalar atıyor,
Saçma sapan muhabbetler açıyor,
Hiç tanımadığım insanlara selam veriyorum.


Ansızın aklıma birkaç soru takılıyor.
Bir insan kafasında kaç insan yaşatıyor?
Aynada gördüğü her suret, bir öncekiyle ne kadar aynı?
Nefret ettiğimiz insanların yaptıklarını hangimiz yapmıyoruz?
Hangimiz kendi doğrularının hiç değişmeyeceği garantisini verebilir?
Peki ya bugün sevdiğimiz kişiden,
Yarın nefret etmeyeceğimizin garantisini kim verebilir?


Lanet olası paradoksumsu insan ırkı ...
Daha kendisini çözememiş,
Kalkmış doğayı, evreni, Tanrıyı anlamaya çalışıyor ...
Acınacak haldeyiz, kabul edin ..!


07 Ocak 2015

Savaşımızın Çocukları



Savaş denince akla ilk gelen şüphesiz ölüm, kan, gözyaşı, silah, bomba..vs.
İnsan ırkının kendi kendisiyle girdiği her savaşın nedenleri, sonuçları, kazanım ve kayıpları  tarih sayfalarında yerini alıyor. Fakat kazanım ve kayıplar bile toprak,  asker, tazminat üzerinden değerlendiriliyor çoğunlukla. Ve ben daha hiçbir tarih kitabında şu istatistiği görmedim.  Savaşta şu kadar kadın, şu kadar çocuk öldü; şu kadar insan evsiz kaldı, şu kadar insan psikolojik travma geçirdi, şu kadar insan göç etti diye. Bunları yapanlar bile yıllar sonra  yarası olduğu için unutamamış veya duyarlı ve imkanı olan birileri oluyor hep.

Bilinen yakın dönem savaşlarında kaç çocuk, kadın, sivil ölmüş diye merak ettim ama bulabildiğim o kadar az şey oldu ki, üzüldüm açıkçası. 

Diyelim ki Türkiye Suriye ile savaşa girdi. En basitinden ben, savaşın nedenlerini göründüğü kadar anlayıp safımı tutup, savaşa girer veya kaçar giderim. Peki mahalleme düşen her bombada can veren yaramaz çocukların, dedikodu ve alış-veriş hastası kadın komşularımın, veya ekmek derdinde olan esnaf adamın o bombaların altında paramparça oluşunu reva gören hangi ideoloji, hangi felsefe veya hangi inanç şekli bunu savunacak kadar yüzsüz olacak.  ''Savaşta kurunun yanında yaş da yanar'' sözünün arkasına saklanacaklar için de bir çift sözüm var. Çok değil, birkaç yüzyıl öncesine kadar çoğunlukla imparatorlar, krallar savaşacakları krallıklarla askerlerini büyük meydanlarda karşı karşıya getirip savaşırlardı. Tamam kabul ediyorum, bu da saçma olabilir, ama olanca gücüyle bir şehre saldırıp kadın-çocuk-yaşlı demeden katletmekten daha onurludur. 

Sadece son 24 yılda savaşlarda 5 milyon 300 binden fazla çocuk ölmüş, 35 milyon 740 binden fazla çocuk travma geçirmiş ve bunların  en az 19 milyonu evsiz. Başka ülkelere/şehirlere göç etmiş mültecilerin sayısı ise bunun üç katından daha fazla.
Hadi ben arkadaşıma neden savaştığımızı anlatırım bir şekilde; peki kim, hangi yüzle kalkıp   o çocuklara biz din için, toprak için, özgürlük için savaşıyoruz diyebilir.  Hadi yüzsüzlük yapıp anlattık diyelim, peki  anlayacaklar mı?

Birbirimizle savaşıp, birbirimizi yok etmek isteyecek kadar nefret duyabiliriz.  Ama bu henüz oynamaktan, gülmekten başka bir şey bilmeyen çocukları acımasızca katletmek için ne sebeptir, ne de mazerettir.

'En kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir' demiş ya Cicero, haklı olsa da;  
Biz en iyisi birbirimizi yok edene kadar savaşalım şu köşede, Dünya çocuklara kalsın.


27 Aralık 2014

Kimse Seni Yargılamasaydı ...


Sokakta yürürken, parkta tek başına veya birileriyle otururken, çarşılarda-AVMlerde gezinip alış-veriş yaparken, bir yerlerde oturup yemek yerken veya bir şeyler içerken, birileriyle sinemaya giderken, okulda, işte, evde, sokakta...

Kısacası günlük hayatına devam ederken, yani olaylar normal seyrinde sürerken yaptıklarını
''Millet ne der!'' kaygısı, korkusu duymadan yaşasaydın nasıl olurdu?

'Zaten öyle yaşıyorum' diyorsan mutlaka yalan söylüyorsundur. Hatta o kadar iyi yalan söylüyorsun ki, kendi yalanına en önce kendin inanmış, çevrene de o yalanı yutturmaya çalışıyorsun.


Şimdi bir an için kuralların, yasaların, güvenlik güçlerinin, sınırların..vs. hiçbir şeyin olmadığı, 
salt özgürlüklerin olduğu bir dünya hayal et. Ne yapsan sana karışan yok, yasalar ve kurallar da olmadığı için ceza ve ceza kesiciler de yok haliyle.
Pekala, şimdi eğer bu ütopya sana saçma gelmiyorsa sorun var demektir. Çünkü öyle bir şey sadece iki insan evladının bulunduğu bir adada bile mümkün değil. Ama sınırsızlığın, yasasızlığın yanına küçük bir kural koyup ''başkasının özgürlüğünü kısıtlamadığın sürece özgür olmak...''  dersek o zaman mümkün olabilir.

Şimdi, yapmayı çok istediğin ama ''Millet ne der!'' korkusuyla, endişesiyle yapmadığın üç  şeyi düşün ve neden yapmadığını kendine itiraf et önce.

Bunların içinde rastgele gelip geçen insanlara gülümseyerek selam vermek, tanışmak istediğin insanlarla anında gidip tanışmak, saçma bir şeyler anlatanlara ayıp olmasın diye dinlemektense kapat çeneni be, beynime tecavüz ettin resmen diyebilmek, sokakta öpüşmek, sınıfta uyumak, küpe takmak, dövme yaptırmak, alkol almak ...vs. şeklinde basit şeyler olabileceği gibi, daha güzel hatta çok garip şeyler de olabilir. Tek kuralımız başkasının özgürlüğünü ihlâl etmemek olsun. Tabi bu arada kendimizi de kendi ellerimizle ördüğümüz duvarların ardına hapsetmeyelim.

Eğer mazeretlerinin arasında ''ailem duyarsa ne der, sevgilim duyarsa(görürse) ne der, arkadaşlarım duyarsa(görürse) ne der...'' gibi bir şey varsa, hastalık ilerlemiş, ilaçla tedavi mümkün değil demektir. Bir an önce ameliyat olmalısın dostum. Çünkü kurtulmak istediğin şey başkalarının yargıları, ama hayat senin hayatın. Hem de acısını da tatlısına da sen yaşıyorsun içinde. Bu durum bir şeyi unutmaması gerektiğini hatırlamak için eline kurdele bağlayıp, ne hatırlaması gerektiğini unutan insanın ruh halinden farksızdır.


Saçmalamaktan korkan insan, özgür yaşamaktan korkan insana dönüşmüş demektir ..!


24 Aralık 2014

Protesto Dediğin ...

       Tarih boyunca insanlar beğenmedikleri, karşı oldukları şeyleri bir şekilde dile getirmiş veya belli edecek davranışlarda bulunmuştur. Bazıları yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen, katliam-soykırım gibi bir sonuçla bitmediği halde unutulmamış, saygıyla-tebessümle hatırlanıyorsa durup düşünmekte fayda var. Çünkü şu bir gerçektir: ''Ne söylediğin değil, nasıl söylediğin önemlidir.'' 
     
       Peru bayrağını Fujimori'nin kirli politikalarına karşı yıkayanlar, Kuru üzüm fiyatlarına karşı kuru üzümü musalla taşına koyup cenaze namazını kılanlar, Yüksekova'da ilçedeki bozuk yolları protesto etmek amacıyla caddedeki çukurlara fidan dikenler, Arızalı üst geçitin çalışması için dua edenler, Vietnam savaşına karşı protestolarda askerin elindeki silahın süngüsüne çiçek takanlar, Mahatma Gandi'nin tuz yürüyüşü protestosu, Gezi Direnişi olaylarında Duran Adam ve daha hatırlayamadığımız yüzlerce basit, zararsız ve verilmek istenen mesajı son derece net bir şekilde yerine ulaştıran, daha fazla kamuoyu oluşturup amaca daha çok hizmet eden tarzda protesto gösterileri. 

       Bütün bunları hatırlayabiliyor ama kan ve gözyaşıyla biten 
bir gösterinin bırak nedenini, tarihini bile hatırlayamıyorsak bu 'neyi nasıl söylediğimizin' önemini açıkça göstermektedir.
      
      İnsanlar hak, emek, özgürlük(ler) ve hatta sapkınca-faşistçe taleplerde bulunabiliyor ve bulunacaklar da. Hatta bu uğurda kırıp döküyor, asıp kesiyor, her şeyden vazgeçebiliyorlar. Çünkü her insanın hayata farklı bakış açıları olduğu su götürmez bir gerçek. Ama bu davranıştaki amaç, şovenistlik değilse o halde eylemin amacına ulaşması için şiddetten önce aklın sınırlarını zorlayan tarzda olmasa da tebessüm ettirecek, hüzünlendirecek zekice eylemler yapma yoluna gidilmelidir.

Şiddet bazen kaçınılmaz son, mutlak çözüm olabilir. 

Ancak tek yol da değildir, ilk yol da ..!

Yazan: 

23 Aralık 2014

Kabuğunu Kıran Kadınlar




Kabuklarını kıran kadınlar var yaa,
Hani şu gülüşleri özgürlük kokan,
Gözyaşları yağmuru kıskandıran,
Sevda bakışlı kadınlar ..!

Kabuklarını kıran kadınlar var yaa,
Özgürlük Heykeli misali
Bir elinde meşâle,
Bir elinde Bağımsızlık Bildirgesi olanlar ..!

Kabuklarını kıran kadınlar var yaa,
Amazon kadınları misali
Savaşçı ve cesur kadınlar,
Aşil'in annesi Thetis misali
İçtenlikle tapılan Tanrıçalar ..!

Kabuklarından sıyrılan kadınlar var yaa,
Hani şu özünü bulmuş,
İlk insanların hamuruna maya olmuş,
Kendini keşfetmiş kadınlar ..!

Hee işte!
Onlarla omuz omuza savaş,
Onlara aşık ol, onlarla aile kur ...
Çünkü kadın dediğin;
Öyleyse güzeldir, öyleyse kadındır ..!